Zihin, ikna edilmek isterki, inanabilsin. Kalp ise iman ister. Yani bütünsel bir idrakle kavrayış ister.
Çoğu zaman zihnimize, mantığımıza yatan, mantığımızın algılayabileceği şekilde, bazı inanç kalıpları geliştirmeyi ihtiyaç duyarız. İnanmak zorunda hissederiz ve inanılır olduğunda, güvenilir olduğunu düşünürüz.
Oysaki inanç sistemleri; yani bizim inanca olan ihtiyacımızın arkasında, gördüğümüz, duyduğumuz beş duyuyla algıladığımız vardır, İmanın ardındaysa kalbin titreşimi, okuyuşu vardır. Aslında çok basit gibi konular, kavramlar olmasına rağmen çoğunlukla bizler, ikna edilerek inanmayı seçeriz.
Çocukluğumuzdan itibaren bazen ailemizin, çevremizin, arkadaşlarımızın onların yaşadığı deneyimleri yada onların aldığı kadersel mirasların, bize aktarımlarını, bir inanç kalıbı olarak alır ve kendi inancımız, kendi düşünce sistemimiz yapar ve kendi realitemizi de bunlara göre düzenleyebiliriz.
Bu sebeple bir çoğumuzun inandığı sistem ne ise, hayata bakışı, realitesi o inandığı durumu, hayatına yansıtma sisteminden dolayıda, kaderi ve yaşamıda bu şekilde cereyan eder. Yani ikna olunan bir alan, kişinin kaderine dönüşebilir. Oysaki hakikat bunun çok daha ötesinde farklı birşeydir.
Bir konuda, herhangi bir görsellikle, herhangi bir ilüzyon durumlarıyla, eğer sadece bir inanç sistemi ile ikna olma ihtiyacınız var ise o zaman ikna edilebilirsiniz. Fakat adım adım artık yeni bir hal, yeni bir dönemdeyiz ki, her birimizin gördüğümüzün ötesini, duyduğumuzun ötesini daha derin ve anlamlı görecek okuyacak, kalbimizin sesini duymayı, kalbimizin pusulasını açarak kendi içsel algılama yol ve yöntemlerini belki bir daha keşfetmeyi hatırlamamız önemli olacaktır.
Çocukluğumuzdan beri bizi herhangi bir konuya inandırdıklarında , mesela çocukken sen böyleydin, sen çok zor doğdun, zor bir durum yaşadın, istenmedin, kız veya erkek olunman istendi, ölen kardeşinin mirasını sana verdik, sen şöyle mutlu olurdun, sen şöyleydin gibi gibi çeşitli konularla inandırılmış veya gerçekten öyle olmuşta olabilir, o zaman Kişi ikna olmuş inanç dünyasına sahip olur. Kişi o inandıklarıyla, o düşünce kalıplarıyla, zihni, ikna olmuş şekliyle hayat boyu zihnindekileri kader yaratıcı bir fener gibi kullanır.
Biz bu ikna edilmiş hallerden bugüne kadar bize yapışmış, biz olmayan, bizim dışımızda olan frekanslardan özgurleşebilirsek, bunların örtüsünü üzerimizden atabilirsek ve zihnimize değilde kalbimize güvenmeyi öğrenirsek, kalbimizin tüm zihin verilerini toplayıp karar merci olabilecek yepyeni bir durumu seçersek acaba hayatımız nasıl olur?
Bir çok kişi şunu diyebilir.
Ben kalbimi dinledim ve canım çok acıyor. Söylemek istediğim tabikide duygusallık değil. Kişi sadece duygularına takılarak acıma, fedakarlık, fazladan karşı tarafa verme yada besleme, korku, duygusal zaaflarla değerlendirerek, yorumlar yaparak, o ana kadarki birikmiş, birikiminde olan düşünce kalıpları ve ikna edilmiş inanç kalıplarıyla hayata yaklaşanlar için evet bu biraz acı verici oluyor.
Demek istediğim kalbin sesi daha farklı bir şeydir. Zaman zaman çok içerden gelen ve tiz olan bu sesi duyabildiğimizde ve buna güvenebildigimizde hayatın içindeki çeşitli okumaları çok daha net yapabiliriz. Her insanın bu mekanizması her an çalışır. Dinlemek kulağı iyice açmak, o sana yeniyi yeniden anlatırken, bildiklerinle zihinle sana öğretilenlerle değilde şu anın içindeki gerçeklerle senin hayatının içinde ” aksam beni duyarmısın ” der âdeta.
Öyleyse kulaklarımızı, açıp hayata kalbimizin sesine güvendikçe, güvenilir olanla irtibata geçerek, kendimizede, bizi varedenede, sistemede güvenimiz gittikçe artacaktır.Bu güvenin artmasının adı İman dır.
İman, aslında perdenin arkasını bu taraf gibi bilmektir. Ve perdenin arkasındakini bu taraf gibi görebildikçe, bunun eminliğiyle,₩ kendini müthiş bir güvende ve huzurda hissetmektir.
Bunun adı hayata, ol ana teslimiyettir. Bu teslimiyet içinde olmayanlar için hayat biraz zulüm gibidir.
Sadece zihninin esiri olan, sadece zihniyle mantığıyla davranışı doğru zannedenler, tek bacaklı yürüyen kişilerdir.
Oysaki her iki adımımızıda, yani sağı ve solu, zihni ve kalbi dengede kullanmak vardır. Bu kullanma süreci, seni imana götürmüyor ise inandığın şeyin sana yük olacağını hatırla.
Çünkü bu hayat içerisinden bedensiz aleme götüreceğimiz şey, gerçekten haline, içine sindirebilip oraya taşıdıklarındır. Yani iman edemediğin, gerçekte senin olmayan, emanetçisi olduğun her şey beden ötesine seninle gidemeyecek.
Sadece düşüncelerini geliştiren, zihin kaslarını kuvvetlendirenler için durum biraz daha zorlaşacaktır. Gelin tüm kaslarımızı birlikte geliştirelim sağı ve solu kullanalım, iknadan imana yolculuğu seçelim. Kendi merkezimizde olalım.
Sevgiyle kalın..

Beautiful article yes we need to keep balance in between mind and heart to get faith in life! Well shared thanks.❤😊👌
BeğenLiked by 1 kişi